31 Ocak 2008 Perşembe

yok deve!..

'' deve, deve saatin kaç?''
'' yanlış oldu usta, tilkiye soracan onu...''
'' olsun ben sana sordum, sen söyle''
'' olmaz birader, söyleyemem''
'' niye ki? senin de saatin var, sen söylesen n'olur?''
'' yok olmaz, söyleyemem. bu konuda konuşmaya yetkili değilim. benim olayım başka. bana 'boynun neden eğri' diye sorabilirsin mesela. ''
'' neren doğru ki? ''
'' rol çalma lenn!... o benim repliğim.''
'' n'oluyoruz ya! ne rolü, ne repliği?''
'' herkese bir rol biçilmiş oynayacaksın, itiraz yok!..''
'' kendi işimi kendim yaptığım için mi benim ensem kalın? kendi işimi kendim yapıyorsam, kendi sözlerimi neden başkası seçiyor?''
'' orasını bilmem. ama herkesten beklenen sözler vardır, onları söylemeleri gerekir. bülbül 'ah vatanım' demek, balık baştan kokmak zorunda. futbolcular 'önümüzdeki maçlara bakacağız' doktorlar 'üç beyazdan uzak durun' birbirini yiyen şarkıcılar 'hepiiimiiizz kardeeeşiiizz' üniversite hocaları her fırsatta 'laiklik elden gidiyor' cami hocaları 'din elden gidiyor' her daim karamsar olanlar 'ülke elden gidiyor' ... ''
'' yeter, yeter vazgeçtim, saati sormadım farzet. ben kaçtım görüşürüz''
'' dur ya nereye? ne güzel konuşuyorduk''
'' yok abi, ben ormanın derinliklerinde kaybolmak istiyorum, bye!.. ''

29 Ocak 2008 Salı

Birgün ''Giden'' Ben Olacağım.




Benden aldığı sigaradan derin bir nefes çektikten sonra , biraz da ona sigara vermiş olmamdan cesaret alarak boğuk bir sesle:


- Bi bira ısmarlasana abi...


Gözleri kan çanağıydı. Üzerinde rengi solmuş bir ceket, beyaz gömleğinin yıpranmış yakasında oraya ait değilmiş gibi duran düz bir kravat, defalarca yıkanıp ütülenmekten parlamış pantolon ve siyah mı, kahverengi mi olduğu anlaşılamayan boyasız ayakkabılarıyla perişan bir görüntüsü vardı. Yıllardır uyumamış hissi veren yorgun gözleriyle bana bakarken sanki bir bira değil de, hayatını kurtaracak bir şey istiyor gibiydi.


Garsona işaret edip ona bir bira getirmesini söyledim. Bir an önce televizyondaki maçı izlemeye dönmek için sabırsızlanıyordum. Benimle konuşmasından çekindiğim için onunla gözgöze gelmemeye çaba sarfederek etrafa göz gezdirdim. Lanet olası birahane boşalmak için benim oturmamı bekliyormuş sanki. On dakika önce geldiğimde bütün masalar dolu, bir tek bu masada, bu sarhoşun karşısındaki sandalye boştu. Şimdiyse içerideki kalabalık yarı yarıya azalmış, bir kaç masa tamamen boşalmıştı. Bu boş masalardan birine geçmeyi düşündüm, sonra adama ayıp olur düşüncesiyle vazgeçtim. Bazen otobüste ya da benzeri bir yerde, yanımda oturan kişi boşalan başka iki koltuklu bir yere geçtiğinde, sanki benden kaçmış gibi düşünür ve bundan rahatsızlık duyarım. Benim bu saçma sapan takıntılarımın başka insanlarda da olabileceğini düşündüğüm için de kimsenin yanından giden olmak istemem. Bu takıntım belki de bütün hayatım için geçerli; gitmek, birilerini terketmek benim için hep zordur. Hayatım boyunca terketmek istediğim yerlerde mecburi ikamet edişim ve bunun bana verdiği sıkıntılara katlandığım gibi; bu masadan, şu sarhoşun yanından bile gidememiş olmama içimden kızarak orada kalmaya devam ettim.


- Sağol, dedi koluma dokunup, gözleriyle elindeki bira bardağını işaret ederek.


- Afiyet olsun.


- Kusura bakma, üzerime fazla para almamışım. Yarın gece de ben sana ısmarlarım.


- Önemli değil.


- Önemli olmaz olur mu, artık kimse kimseye bir çöp bile vermiyor, sağol gerçekten.


Hafif bir gülümsemeyle karışık başımı sallayıp tekrar televizyona döndüm. ''Belli ki parasızlığından utanıyordu, yarın gece de o ısmarlayacakmış. Biraz zor bulursun sen beni yarın gece. Rahat bıraksa da şu maçı izlesem, fazla yüz vermemek gerek böylelerine. Çenesi düştü mü, kurtul kurtulabilirsen. Şimdi dönüp yüzüne baksam, hangi takımı tuttuğunu sorsam mesela, hayat hikayesini anlatmaya kadar vardırır işi eminim. Mutlaka öncesinde zengin, mutlu bir hayatı, güzel bir karısı, 2 tane çocuğu vardır. Sonra herşeyini kaybetmiş, karısı da çocukları alıp terketmiştir. ''



Yine aynı şeyi yapıyordum. Adam anlatsa bunları kafam daha az meşgul olur, maçı daha rahat izlerdim. Bense kafamdaki senaryoyla kendimi daha fazla oyalıyordum. ''Nerden de oturdum bu adamın masasına. Kalkıp karşıdaki boş masaya geçeyim ben en iyisi.'' diye düşündüm.


Tabi yine gidemedim. ''Aman boşver, zaten maç da pek zevksiz.'' Benden başka maç izleyen de olmayınca, birahaneci televizyonun sesini kısıp, radyoyu açtı. Sanki yarım saattir beynimi meşgul eden düşünceleri biliyormuş gibiydi çalan şarkının sözleri:


Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem.

Unutamam acı tatlı ne varsa, hazinemdir.


Maçı falan boşvermiş, adamın hayat hikayesi, kafamdakine ne kadar uyuyor diye merak etmeye başlamıştım. Bir bira daha ısmarlayayım diye düşündüm. Başımı onun sandalyesine çevirdiğimde, adamın kalkıp başka masaya oturduğunu gördüm.



Biten ilişkilerimde bile terketmeyi beceremeyen ben, hiçbir şey yapmadan öylece bekleyerek, belki de terkedilmeyi bekleyerek, zaman geçiriyorum. Kendime işkence ederek de olsa fiilen bitmiş ilişkilerden kurtulmak için terketmeyi göze alamayacak kadar korkak davranıyorum. Bitse de kurtulsam dediklerimin ardından bile acı çekiyorum sonra da. Bana göre bu hayatta en güçlü insanlar terketmeyi bilenlerdir. Terkedip giden, bir daha da arkasına dönüp bakmamayı becerebilenler. Bunlar aynı zamanda en akıllılardır da benim nazarımda, terkettiği kişinin aslında çok daha önce kendisini terketmiş olduğunun farkındadırlar.



Birgün hiç tanımadığım bir sarhoşla aynı masaya oturursam, boşalan ilk yere geçmekle başlayacağım terketme çalışmalarıma...












17 Ocak 2008 Perşembe

kaçış planı




Bugünlerde kiminle biraz derin bir sohbete dalsam, aynı konu. Herkeste bir kaçış hevesi; sorunlardan kaçış, sorumluluktan kaçış, aidiyetten kaçış, bağlanmaktan kaçış... Bizi üzen, sıkan, bunaltan, delirten her şeyi bırakıp; olabildiğince uzakta almak soluğu. Bulunduğumuz yerin dışında sihirli bir yer olduğuna inandırmışız kendimizi. Herşeyi burada bırakabileceğimizi varsayıyoruz bu kaçışta. Gideceğimiz yeni yerde, buradaki canımızı sıkan şeylerin hiçbiri olmayacak, mutlu-mesut yaşayıp gideceğiz. Böyle bir yer tabii ki yok, klasik deyişle gideceğimiz her yere kendimizi de götürdükten sonra gitmemiz ne kadar anlamlı olacak tartışılır. Benim asıl kafama takılan, bulunduğu şartlardan memnun olmayan kişilerin çokluğu. Öyle ki, arkasında bıraktıkları için hiç üzülmeyecek kadar mutsuz kişiler. Ailesini, dostlarını, evini, şehrini terketmeyi isteyecek duruma geliyor insanlar. Bunu hiçbir zaman göze alamayacak olduğumuzun farkında olarak, aslında daha büyük mutsuzluğa mahkum ediyoruz belki de kendimizi.


Dünyanın en iyi korunan hapishanesindeki mahkumun kaçma hayalinden pek farklı gelmiyor bana bu durum. Bu hapishanede aynı odada kalan iki mahkumdan biri sürekli başarısız olan kaçış planlarıyla zaten çok kötü olan hapishane şartlarını kendisi için daha da çekilmez hale getirecek; kaderine razı olan, o hapishane odasında cezası bitene kadar kalmayı kabullenmiş olan diğer mahkum ise, mutlu olmasa da biraz daha huzurlu bir hayat sürecektir. Hangisinin daha akıllıca bir davranış olduğu konusunda bir fikrim yok, bu konudaki fikrim sanırım hapishane şartlarının seyrine göre şekillenecek.


15 Ocak 2008 Salı

Beni Bu havalar Mahvetti!..


Günlerdir içinde yaşamakta olduğumuz stratus bulutu nihayet bizi terketti. Bugün rüzgarsız, sakin bir havada; sabahtan beri ince ince ama inatla yağmakta olan bir yağmur var, en ahmağımızı bile ıslatamayacak cinsinden... Bütün bunları meslek sevgimin kabarmış olmasından dolayı yazmıyorum. Böyle havalar iyi gelir, içimi huzur kaplar, sebepsiz bir mutluluk yaşatırken bana; bugün aynı duyguları yaşatmıyor olmasının sebebini merak ettiğim için yazıyorum. Sanki Orhan Veli'nin dediği gibi içkiye benzer bi'şey var bu havalarda... İçkiye benzer... Bulutlar bile esrimiş, rüzgar olmamasına rağmen bir sağa bir sola yalpalayıp duruyor. İçkiye benzer... İçine çekişinde yalancı bir mutluluk veriyor, sonrasında dayanılmaz başağrıları... İçkiye benzer... Bir daha ayılamayacakmışcasına sarhoş eden, ne yazdığımı ne dediğimi bildirmeyen...