31 Aralık 2009 Perşembe

Hoşgeldin 2010


Daha 2009'a alışamamışken, onu eskitememişken, onu eskitebilecek kadar yaşanmışlık koyamamışken içine; sen neden geldin? Nedir bu acelen? Var mı sende yeni bir şeyler; diğerlerinden farklı yaşatacakların var mı bizlere? İnsanlardaki coşkuyu görüp de, kendini bir bok sanma!... Biz her takvim yılı değiştiğinde böyle saçma sapan bir hezeyana kapılır, yeni gelen yıla mucizevi bir misyon yükler; sonra da bütün hatalarımızın, kötülüklerimizin, ihanetlerimizin, yalanlarımızın velhasıl bütün pisliklerimizin müsebbibi ilan eder kıçına tekmeyi vurup 'yeni yıl, yeni umutlar' teranesiyle bir sonraki yılı beklemeye başlarız.

Açıkçası ben senin yeni olduğuna inanmıyorum, sahtekar market sahiplerinin raflardaki miadı dolmuş ürünlerin üzerine yeni bir tarih koyması gibi, senin de her sene-i devriyede etiketini bir rakam yukarı çıkarıp, aynı yılı bize yeni diye yutturuyorlar.

Mutlu yıllar efendim...






.

27 Kasım 2009 Cuma

Mutlu bayramlar

Bayramınız
kutlu
olsun...

15 Kasım 2009 Pazar

Mim kokulu yazılar

Kokuyla ilgili yazım için karikatür ararken gözüme çarpan bir kaç karikatürü de eklemek istedim.













Bir tat, bir koku




Aylin beni mimleyerek sevdiğim ve sevmediğim kokuları yazmamı istemiş, onu kıracak değilim ya; çiziktireyim bir şeyler…

En başta Aylin, Berrin ve Funda gibi arkadaşlarla tanışmama vesile olan ‘bebekkokusu’ nu yazayım. Bebekkokusu’nu bir site olarak sevmemin dışında bebek kokusunu gerçek anlamında da çok seviyorum. Kızımın ter kokusu bile bana huzur vermeye yetiyor.

Yiyecek kokusu olarak düşündüğümde ızgarada pişen her çeşit et kokusunu çok severim. Izgaradan dumanla karışık yükselen koku ne kadar tok da olsam kendimi aç hissetmeme sebep olur. Hele bu koku denizden gelen iyot ve masadaki bardağımdan yükselen anason kokusuna karışırsa benim için karşı koyamayacağım bir olay vuku bulmuş demektir; o andan sonra dış dünyayla bütün bağım kesilir… Pişmekte olan lahana kokusunu tahammül edemediğim ve mantar kokusunu sevmediğim yemek kokularından sayabilirim.

Parfüm olarak da yıllardır büyük bir sadakatle bağlı kaldığım ‘Jagler’ in kokusundan hiç bıkmadım. Limon kolonyasının kokusunu da severim, bana uzun otobüs yolculuklarını ve bayramları hatırlatır limon kolonyası. Bazen de, küçükken her kötü olay sonrası etrafımda bayılan birinin burnuna dayatılmasından dolayı içimi ezen bir hisse sebep olur, o zamanlarda sevmem kolonyayı…

Portakal kokusu içimi üşütür o yüzden sevmek ya da sevmemek değil ama tuhaf bir his bırakır bende. Çilek, kavun, tarla domatesi, kokularını çok severim. Taze çekilmiş kuru kahveden ve demlenmekte olan çaydan yükselen koku sevdiklerimdendir.

Tiner, çamaşır suyu, boya, aseton kesinlikle tahammül edemediğim, beni hasta edecek kadar rahatsız eden kokulardır. Islak bekletilmiş temizlik bezinin bozuk yumurtaya benzeyen kokusu midemi bulandırır. İşyerinde masamı bu bezle silen arkadaşıma da buradan sevgilerimi! göndereyim. Kapalı bir yerdeki havasızlığın kokusuna dayanamam.

Daha pek çok sevdiğim ve sevmediğim koku vardır muhakkak ama aklıma gelenler bunlardı. Ben insanın hafızasının en güçlü yanının koku bölümü olduğunu düşünüyorum. Çoğu kokuyu da sevip sevmememiz, beynimiz tarafından o kokunun geçmişte yaşadığımız bir olayla ilişkilendirilip o olayın bize yaşattığı duyguların olumlu veya olumsuz olmasıyla belirlendiğini düşünüyorum.

Bu konudaki düşüncelerini yazması için ben de bu mimi sokak kedisi’ne paslıyorum.



.

9 Kasım 2009 Pazartesi

sanadır tüm sessizliğim



Söyleyeceklerimin tükenmesi değil, sözlerimin dipsiz bir kuyuya atılan taş misali beyhude çırpınışlara dönüşmesi beni suskunluğa gömen. Ağzımdan dökülmek üzere olan her kelimenin umutsuz bir yutkunmayla, gerisin geri gitmesi hep bu yüzden… Hep bu yüzden kendimden bile kaçışım, aslında kaçamayışım…

İnsan içine düştüğü boşluğu nasıl tarif edebilir ki? Kocaman bir boşluk; tarifsiz, tarihsiz, tehirsiz, anlamsız… Var olan hiçbir kelimede karşılık bulmayan bir şeyi nasıl anlatabilir ki insan? Nefes almaktan çok daha fazlası gerekliyken yaşama, benimse ruhumun ruhuna el- Fatiha.


.


.

6 Nisan 2009 Pazartesi

an gelir...

Dünkü güzel havadan sonra baharın artık tamamen geldiğine hükmetmişken, bugün tozu dumana katan bir lodos fırtınasına uyanmak kötü oldu. Sabah işe gelirken gözüme dolan toz zerreciklerinin hala kaşındırdığı gözlerim dalıp dalıp gidiyor; misafir gelecek der annem bu göz dalmalarında. Çoğu zaman gelen giden olmaz gerçi, ama bunu söylemekten de hiç vazgeçmez. Oysa ben şimdi dalmış, öğle yemeğinde ne yiyeceğimi düşünüyorum. Gece de iyi uyuyamadığım için gözlerim ölü balık gibi bakıyor, misafir gelsin diye değil. Bir kahve daha iyi gider şimdi, yanında mutlaka sigara içmeliyim. 4207 sayılı kanun gereğince kahvemi elime alıp kapı önüne çıkarken, beni buna zorlamak suretiyle kahve keyfime limon sıkan kanun koyuculara saygılarımı sunarak kendimi lodosun önüne atıyorum.

Sigaramın yarısını ben içtim, yarısını rüzgar
Yaramla oynama güzelim, külün hemen altında ateş var.

Ne zaman rüzgarda sigara içmek durumunda kalsam Fatih Erkoç’un bu şarkısı gelir aklıma. Ben bu şarkıyı mırıldanırken (artık evde şarkı mırıldanamıyorum; baba sesin çok kötü, sen söyleme diyen bir kızım var) dengesiz lodos beni hedef alarak üzerime üzerime gelmeye başlıyor. Gözlerimle beraber kahve fincanıma da dolan tozlardan sonra saygılarım ‘en derin’ seviyeye ulaşıyor ve kendimi lavaboda gözlerime su çarparken buluyorum.

Sonra da aklıma Berrin’in bana pasladığı ‘aklından o an geçenleri yaz’ konulu mim geliyor. Saçmalamak için iyi bir fırsat deyip klavyenin başına geçiyorum ve çala-klavye bunları yazıyorum. Madde halinde, soru-cevap şeklinde olan mimleri seviyorum ama bu tür mimlerde ne yazacağımı şaşırıyorum. Takip ettiğim az sayıdaki bloglardan birinin sahibi olan atomic soda'nın aklından şu sıralar neler geçtiğini de merak ediyorum.



.

2 Nisan 2009 Perşembe

Ufaktım, ufacıktım...





1.Çocukken .......... kaçırdım.
'Altıma' kaçırdım; bir kış günü ellerim soğuktan tutmuyorken fermuarımı açamadığım için çişimi kaçırmıştım. (6-7 yaşlarındaydım :) )

2.Çocukken................yoksundum.
'Teknoloji'den yoksundum. İlk siyah-beyaz televizyon bile ben 11 yaşıma geldiğimde girmişti evimize.

3.Çocukken ........ yaralanmış olabilirim.
Kıyafetleri pahalı olduğu için ve bunu da ailemin karşılamakta zorlanacağını düşündüğü için beni bando takımına almayan öğretmenim tarafından yaralanmış olabilirim.

4.Çocukken ........ olmayı hayal ederdim.
Çocukken bilim adamı olmayı hayal ederdim. Benimle aynı kafada olan bir arkadaşımla sürekli deneyler yapardık, Zihni Sinir’i aratmayacak procelerim vardı o zamanlar :)

5.Çocukken ....... isterdim.
Kovboy olmak, onlar gibi yaşamak isterdim. Beyaz bir atım olsun isterdim.

6.Evimizde asla yeterli ....... olmadı.
Asla yeterli olmadı diyeceğim bir şeyi çok düşündüm ama bulamadım. Zaman zaman yetersiz olanlar oldu; para, istediğim oyuncaklar, istediğim yiyecekler vs. Ama asla olmadı diyebileceğim bir şey aklıma gelmedi ve bu da beni mutlu etti.

7.Çocukken daha fazla .......... ihtiyaç duyardım.
Zamana ihtiyaç duyardım, uzun yaz günleri bile yetmezdi oyunlarımıza. Güneş hiç kaybolmasın, futbol maçlarımız hiç bitmesin isterdik.

8.Bir daha asla ........... göremeyeceğim için üzgünüm.
Babamın işten dönüş saatinde köydeki evimizin önünde toplanan komşularla yapılan keyifli çay sohbetlerini göremeyeceğim için üzgünüm.

9.Yıllar boyunca ......... merak ettim.
Yıllar boyunca geleceğimi merak ettim; nasıl bir işim, nasıl bir eşim, nasıl bir ailem, nasıl bir ölümüm olacağını merak ettim.

10. .......... kaybımdan dolayı hep kendimi suçladım.
Gereksiz kişilerle olan zaman kaybımdan dolayı kendimi suçladım.

Funda'dan bana gelen bu mimi( teşekkürler Funda) ben de Cecil'e paslıyorum. Bir blogu olmadığı için arzu ederse bu mimin yorum bölümünde doldurabilir boşlukları..

...