8 Aralık 2007 Cumartesi

yarım kaldı sevdalarım...

Haberi olmadı ilk sevgilimin,
Onun için canımı bile vereceğimden.
Çocuktum, toydum, aşkı bilmiyordum.
Öğrendiğimde,
Öğrenilecek bir şey olmadığını anladım...

Kaza süsü verilmiş aşklar yaşadım,
Kim vurduya giden,
Bir daha kendilerinden haber alınamayan.
Kazara sevmemiştim oysa...

''Sevdim mi Allah'ına kadar severim''
Tadında sevdiklerim de oldu,
Şerrinden Allah'a sığındıklarım da...

Körüklü bir belediye otobüsünün
Arka koltuğunda unutulmuş,
Şimdi kimbilir hangi emanetçi dükkanında küflenen,
Sahipsiz sevdalar yaşadım ben...

Tam unuttum derken,
''Bir yangının külünü yeniden yakıp geçenler''.
''Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde'' derken,
''Gitme, kal bu şehirde'' diyenler.
''Arkadaşımın aşkı'',
''Ela gözlerine kurban olduğum'',
Çoktan unuturdum ben sizi çoktan
Ama,
'' Ah bu şarkıların gözü kör olsun''...



Kimse görmedi, kimse duymadı,
Tek tanık bırakmadım ardımda.
Ama,
İçimde toplu bir mezar var,
Sevda soykırımından geriye kalan...


7 Aralık 2007 Cuma

Türk Şiirinde yeni bir soluk: Aynur Ejder

Çok değil,
İki gece önceydi
Hırçın dalgalar misali
Kıyılarıma vurduğunda...
Sen,
Ak köpüklerden yaptığın tacı
Verip vermeme tereddüdünde,
Bense,
Dalgaların her şahlanışında
Koparmaya çalıştığı
O kaya parçasında,
Bir tutam yosun yeşertmenin
Tatlı telaşında...



Kitaptaki muhteşem şiirlerden biri de bu... Yıllardır biriktirdiklerini, çok güzel bir Türkçe'yle şiirleştirmiş Aynur Ejder. Çarpıcı ifadelerle dolu olan şiirlerini okuduğumda, dilimizi yozlaştırmadan, içine küfür yerleştirmeden de sıradışı şiirler yazılabileceğini düşündüm.
Ben ne şiir, ne de edebiyat konusunda uzman değilim, çok düzgün ifadelerle anlatamam bu şiirleri size ama, ne demek istediğimi kitaptaki şiirleri okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız. Şiir seviyorsanız, yeni bir şair tanımak istiyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun. Kitabın adı, Gammazcı Poyrazlar, şair Aynur Ejder.

Kitaptan bir şiir daha yazmak istiyorum:



ekmeğe çarpılan yalanlar



Suskun altıncı hisler
Kirveliğini yaptığı
Kehanetlere.
Poz veremem
Züğürt iniltilerle.
Nemrut kızgınlığında
Çekirdekten yetişme
Yalnızlıklar.
Üzeri,
Gazete kağıdıyla
Kapatıldı
Ekmeğe çarpılan
Yalanların.
Uykuya kaçıyorum
Ardımda
Virajı almış
Taziyeler...

4 Aralık 2007 Salı

Kızıma...



Son günlerde içimi daraltan bir şeyler var, ne olduğunu bilmediğim bu şeyleri senin hiç tanımamanı diliyorum kızım. Sıkılacaksan sebebin olsun, nefret ettiğinde kimden ve neden nefret ettiğini bil. Sevmek bile sebep ister, sadece sevildiğin için sevme kimseyi... Hayatın boyunca mutlu ol demiyorum sana, çünkü bu yalan!... Mutluluk dediğin 'küçük an'lardır, onların ayırdına var. Güzel bir yemek yerken yediğinin tadını çıkar, yemekten sonra seni bekleyen bulaşıkları düşünerek bu an'ı kendine zehir etme örneğin... Ve tüm mutlu anlarını türlü vesveselerle yok etmeye çalışanları barındırma yanında, hayatında...

Mutlu an' ların çok olsun kızım...

30 Kasım 2007 Cuma

susamlı bisküvi





Susamlı bisküvi sever misiniz? Sabahtan beri masamın üzerindeki susamlı bisküvi paketinden atıştırıp duruyorum. Çocukluğumun tatlarından olan bu bisküviyi yemeyeli epey uzun bir zaman olmuş. Ben yemiyorum diye de piyasadan kaldırılmış sanıyordum, sanki tek başıma bu piyasayı ayakta tutan benmişim gibi... Market rafında görünce aldım bu sabah, pek severek yemiyorum ama sanki bunun kokusu bile diğerlerinden farklı. Çocukluğumun geçtiği köyde, bakkal Daçe (anlamı ne bilmiyorum ama bakkalın lakabı buydu)'nin kerpiçten yapılmış, üzerime yıkılmasından korktuğum için hep çekinerek girdiğim, fakat içerideki, bir tarafında içini görmemiz için pencere açılmış olan bisküvi kutularını görünce tüm korkumun geçtiği dükkanında, topu topu üç çeşit olan bisküvilerden seçim yapmaya çalışırdım. Seçimin galibi genellikle susamlı bisküvi olur, kremalı( çoğunlukla nemli) ve finger'e muhalefet görevi verirdim.

Birgün yine (acaba bugün yıkılır mı üzerime diye) mütereddit bir halde, Daçe'nin kapısında beklerken, kapıdan içeriye İzzet Amca girdi. Acelesi olmalıydı ki, girerken bir taraftan da cüzdanından parasını hazır ediyordu. Ve o aceleyle cüzdanından gıcır gıcır bir 5 lira düşürdü. Gözlerim yerdeki paraya kilitlenmiş halde, kafamdan bir sürü düşünce geçti. Hemen o parayı alıp, İzzet Amca'ya vermeliydim, yere eğilip parayı aldım. Kimse görmemişti. O anda ne olduysa bakkala girmekten vazgeçtim, hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Elimde sımsıkı tuttuğum 5 lirayla koşmaya başladım. Sanki bütün köy benim peşimdeymiş gibi, ben koşarken karşıma çıkan insanlar benim bu suçumun farkındalarmış gibi, birazdan jandarma gelip beni yakalayacak ve ömrüm hapislerde sürünmekle geçecek gibi hissettim. Henüz 5-6 yaşlarındaydım, çok korkmuştum. Bu yaptığımı babam duysa beni çok fena döverdi. Ama geri dönüp, parayı sahibine vermeye de korkuyordum, adam ''sen çaldın'' derse diye düşünmüş olmalıydım herhalde. Bugün bile hatırladığım tek şey, ölümüne korktuğumdu.

Eve gelir gelmez, bahçede derince bir çukur kazdım. Bir poşete sardığım parayı da konserve kutusunun içinde toprağa gömdüm. Tekrar o paraya dokunmaya cesaret edebilirsem, hepsiyle susamlı bisküvi alacağım güne kadar orada, benim gizli hazinemde, bekletmeye karar vermiştim.

Sonraki günlerde de o para hiç aklımdan çıkmaz oldu. İzzet Amca'yı yolda görünce, yolumu değiştiriyordum. Babam gece rüyalarıma giriyordu: ''Hırsız!'' diye suratıma haykırırken...

Bu durum günlerce, belki de haftalarca devam etti. Ta ki; bir gün eve geldiğimde bir traktörün bizim bahçeyi sürdüğünü görünceye dek... Bahçe altüst olmuş, benim definem de toprağa karışmıştı. Artık 5 liram yoktu. Buna hiç üzülmemiştim, hatta çok sevinmiştim. Benim tek başıma altından kalkamayacağım bir sorunu traktör ortadan kaldırmıştı.

Aradan geçen otuz yıldan sonra, geriye dönüp baktığımda; babam, İzzet Amca ve Daçe rahmetli olmuşlar. O günlerden sadece masamın üzerinde sabahtan beri, bitiremediğim susamlı bisküvi paketi kalmış. Nedense ağzımda tuhaf bir tat bırakan susamlı bisküvi... Onu da masama çay bırakan çocuğa verdim şimdi.